Belirsizleşen Sınırlar: Dijital Mahremiyet Nedir?

Özellikle geçtiğimiz on yıllık süreçte ve her geçen gün, dijital medyadan uzak durmak neredeyse imkansız hale geldi. Teknolojik gelişmelerin hızı ve yaygınlığı, günlük yaşantımızın her alanında dijital ortamlarla etkileşim içinde olmamızı gerektiriyor. Sosyal medya uygulamaları, mobil uygulamalar, web siteleri, akıllı cihazlar ve daha fazlası hayatımızın temel parçası haline gelirken, bu dijital varlıkların hayatımızı kolaylaştırması aynı zamanda  bireysel kaygılarımızı da artırmaya başladı. Özellikle kişisel verilerimizin güvenliği ve gizliliği konusunda endişelerimiz arttı. 

Dijital mahremiyet konusundaki endişelerimiz, özel hayatımızın bir parçası haline gelen dijital dünyanın doğal bir sonucudur. Her tıklamamız, her arama sorgumuz, her paylaştığımız fotoğraf veya mesaj, dijital ortamda bir iz bırakıyor. Artık kendimizi “Acaba izleniyor muyuz?” veya “Az önce bahsettiğim konuyla ilgili Instagram’da nasıl reklam çıkabilir?” gibi soruları sormaktan alıkoyamıyoruz. Tam da bu noktada dijital mahremiyeti ve bu kaygılarımızın nasıl ortaya çıktığını tartışalım istiyorum.


Dijital Mahremiyet Nedir?

Dijital mahremiyet, en basit ifadeyle bireylerin çevrimiçi platformlarda kimliklerini, düşüncelerini ve kişisel bilgilerini koruma hakkını ifade eder. Diğer yandan sosyal medya, dijital pazarlama ve devlet denetimi gibi faktörler dijital mahremiyetin erozyonuna neden olabilir. Sosyal medya platformları, kullanıcıların kişisel bilgilerini toplar ve reklamcılık için kullanır (Arık, 2018). Bu durum, bireylerin gizliliklerini tehlikeye atarak, reklam hedeflemesi ve kişiselleştirilmiş içerik sunma gibi pratiklerin yaygınlaşmasına yol açar. Ayrıca hükümetlerin güvenlik ve istihbarat amaçlarıyla gerçekleştirdiği veri toplama ve izleme faaliyetleri, bireylerin dijital mahremiyet sınırlarını da zorlamaktadır. Dijital platformların, veri toplama ve algoritma tabanlı karar mekanizmalarının kullanımı, bireyler üzerindeki izlenme baskısını daha da artırabilir. 

Dijital teknolojilerin hayatımız üzerindeki egemenliği, çağımızın belirleyici bir özelliği haline geldi. Bu  belirleyici özellik durumu da dijital mahremiyet kavramını daha da önemli hale getirdi. Dijital mahremiyet, kişisel verilerimizle birlikte günlük yaşantımızdaki akışı da içerir. Dijital mahremiyeti yalnızca Apple, Microsoft, Facebook, Google gibi büyük şirketlerin sosyal medya kullanıcı davranışlarımızı izlemesi olarak değil, normal sosyal medya kullanıcılarının da birbirlerinin dijital hayatları üzerinde söz sahibi olma çabalarını göz önünde bulundurarak ele almak gerekir.

Teknolojik gelişmelerin beraberinde getirdiği çevrimiçi platformlar ve veri paylaşımı, bireylerin gizlilik haklarını tehdit ederken, aynı zamanda sosyal etkileşim ve özgürlük üzerinde değişikliklere de yol açabilir. İnternet ve dijital platformlar, bir noktada bireylere ifade özgürlüğü sağlar ve demokratik bir alan sunar. Bireyler, dijital ortamda fikirlerini serbestçe paylaşabilir, aktivizm yapabilir ve sosyal değişim için harekete geçebilir. Bununla birlikte dijital platformların anonimlik sağlaması, bazı bireylerin zarar verici içerikler yaymasına ve diğer insanları taciz etmesine olanak tanır. Bu durum, bireylerin güvenliğini ve ruh sağlığını tehdit edebilir. Başka bir deyişle dijital mahremiyet, kişisel özgürlüklerimizin ve bireysel özerkliğimizin korunmasında kritik bir rol oynar ve aslında dijital mahremiyet, bireylerin kendilerini birbirlerinden korunmasını da içerir.  


Gözetim Toplumunda Dijital Mahremiyeti Nasıl Konumlandırabiliriz?

İnternet ve dijital teknolojilerin ilerlemesiyle mahremiyetin sınırları belirsiz hale geldi. Sınırları belirsiz hale getiren izlenme ve kontrol denetimini daha iyi anlayabilmek için konuyu biraz da gözetim toplumu bağlamında ele almak istiyorum. 

Gözetim toplumu, gözetim teknolojilerinin bireyleri izlemek ve kontrol etmek için giderek daha fazla kullanıldığı ve bunun sonucunda günlük yaşamda gözetimin normalleştiği bir toplumu ifade eder. Lyon’a göre gözetim, çağdaş toplumun temel bir özelliği haline gelmiştir ve bu nedenle birçok kişi artık hayatlarının çeşitli yönlerinde izlenmeye ve takibe tabidir.Dijital teknolojilerin gözetim amacıyla kullanılması, bu teknolojilerin sosyal kontrol ve bireysel özgürlüklerin sınırlandırılması için kullanılma potansiyeli ile ilgili endişeleri artırır (Lyon, 2006). Gözetimin bu normalleşmesi ve bireylerin çevrimiçi ortamlarda giderek daha fazla izlenmeye ve kontrole tabi olması, bireysel mahremiyet ve özerkliğin erozyona uğramasına yol açabilir.

Gözetim toplumu bağlamında dijital mahremiyetin anlaşılması için Michel Foucault’nun “Hapishanenin Doğuşu” adlı kitabına başvurmak anlamlı olabilir. Foucault, modern hapishane sisteminin, bireylerin sürekli gözetim ve kontrole tabi tutulduğu bir güç değişimini temsil ettiğini savunur ( Foucault, 2013). Dijital çağ perspektifinden bakıldığında, bireylerin dijital teknolojiler aracılığıyla hükümetler ve şirketler tarafından izlendiği ve kontrol edildiği sürece, bu güç ilişkilerindeki değişimin daha da arttığını gözlemleyebiliriz. Bu bağlamda dijital mahremiyet, güce ve kontrole karşı direnme mekanizmalarından biri olarak anlaşılabilir. Gözetim sadece suç önlemek veya güvenliği sağlamak için değil, aynı zamanda bireyleri disipline etmek ve sosyal normları dayatmak için bir araç olarak da kullanılır.

Panoptikon kavramı da dijital çağda bireylerin durumunu açıklamak için kullanılabilir. Panoptikon kavramı, Jeremy Bentham’ın çalışmalarında ortaya çıkmış ve hapishanelerde mahkumların görülebildiği ancak gardiyanların kendilerinin görünmediği bir gözetleme ve kontrol atmosferi yaratmayı amaçladığı bir konsepttir (Bentham, 2019). Benzer şekilde dijital teknolojiler bireyleri sürekli olarak izlediği ve kontrol ettiği, ancak genellikle izleyenleri göremediği veya tanımlayamadığı bir panoptikon benzeri bir ortam oluşturur. Bu ortam sadece şirketleri veya devletleri değil, bireylerin birbirlerini izlemeye çalıştıkları dijital gözetimi de içerir.

Dijital Mahremiyet Bir Güç İlişkisi Yaratır Mı?

Dijital teknolojinin çağdaş toplumda sağladığı benzersiz kolaylık ve verimlilik, beraberinde mahremiyet ve gözetleme konularında endişeleri de artırdı. Bu endişeleri ele aldığımızda Foucault’un güç, bilgi ve gözetleme kavramları, dijital mahremiyet meselesine benzersiz bir bakış açısı sunar. 

Foucault’ya göre güç, resmi kurumlarla sınırlı değil, aksine toplumun her alanına yayılan sosyal normlar, kültürel değerler ve bilgi sistemleri aracılığıyla işler (Çelebi,2013). Dijital mahremiyet bağlamında, kişisel verilerin çeşitli aktörler tarafından toplanması ve kullanılması, güç ilişkilerini belirginleştirir. Bilgi ve iktidar Foucault için birbirine bağlıdır; bilgi, tarafsız veya nesnel değildir, aksine güç ilişkileri tarafından şekillendirilir (Çelebi,2013). Bu durumu dijital mahremiyet kapsamında değerlendirdiğimizde bilgi, verileri toplayan ve analiz eden şirketler tarafından üretilir ve dağıtılır. Bu verilerden elde edilen içgörüler, tüketici davranışını şekillendirmek, reklamları hedeflemek ve siyasi kampanyaları etkilemek için kullanılabilir. Veri analizi yoluyla üretilen bilgi, tarafsız değildir; tam aksine verileri kontrol edenlerin çıkarlarını ve değerlerini yansıtır.

Foucault’nun güç ilişkileri kavramı, dijital mahremiyetin karmaşık ve dinamik doğasına ışık tutar. Kişisel verilerin toplanması ve kullanılması, sadece teknik veya yasal meselelerle sınırlı değil; aynı zamanda sosyal ve politik yapılarla iç içe geçmiştir. Diğer bir ifadeyle mahremiyet hakkı, sadece yasal bir koruma meselesini içermez, aynı zamanda güç ilişkileri ve sosyal ilişkileri de içerir. Bu hak, güç ve gözetim toplumu kapsamında değerlendirildiğinde, genellikle gözetleme teknolojilerini ve onlar aracılığıyla üretilen bilgiyi kontrol edenlerin çıkarlarıyla çatışır.

Dijital Mahremiyet İhlali Önlenebilir Mi?

Dijital mahremiyet bağlamında, paylaştığımız kişisel bilgilerin güç oluşturmak için kullanılabileceği gerçeği üzerinde durulabilir. Aynı zamanda dijital teknolojiler, bireylerin sürekli izlendiği ve davranışlarının izlenip analiz edildiği yeni gözetim ve kontrol mekanizmalarını da beraberinde getirdi. Bu tür gözetim, bireylerin davranışlarını düzenlemek ve kontrol etmek amacıyla geliştirilmiş bir disiplin gücü olarak görülebilir.  

Dijital mahremiyeti ve kişisel veri güvenliğini korumak için bireyler olarak, güçlü parolalar kullanma, kişisel bilgileri şifreleme ve çevrimiçi paylaşırken dikkatli olma gibi çeşitli önlemler alınabilir. Hükümetler ve şirketler de güçlü veri koruma yasalarını uygulama ve siber güvenlik önlemlerine yatırım yapma gibi adımlar atmaktadır. Diğer yandan dijital mahremiyet, yalnızca kişisel verilerimizi değil günlük hayatımızın akışını da kapsadığı için daha da önemli hale gelir. Dijital medyada kullanıcı alışkanlıklarının farkında olarak veya olmayarak başkalarının kişisel alanına müdahale edebileceğini unutmamak önemlidir.

Dijital mahremiyet ihlalini tamamen engellemek zor olsa da, bireylerin ve toplumun bu konuda farkındalık geliştirmesi ve önlemler alması önemli. Yasalar, düzenlemeler ve güvenlik önlemleri ile birlikte, dijital mahremiyetin korunması için sürekli bir çaba gerekir. Bununla birlikte dijital teknolojilerin hızla ilerlemesi nedeniyle, mahremiyetin tamamen korunması zorlu bir görev olabilir. Bu nedenle bireylerin ve toplumun bilinçli ve proaktif bir şekilde dijital mahremiyetlerini korumaları oldukça önemlidir.

 Dijital mahremiyeti konuşurken aynı zamanda kişisel veri güvenliği, KVKK , izlenme yöntemleri gibi konuları ayrıntılı bir şekilde ele almanın önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu konu başlıkları, dijital mahremiyetin korunması için alınması gereken önlemlerin ve yasal düzenlemelerin anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Dolayısıyla bir sonraki yazımızda, kişisel veri güvenliği konusunu derinlemesine inceleyecek ve KVKK’nın verilerimizi nasıl koruduğunu ya da gerçekten koruyabiliyor mu konusunu tartışacağız. Bir sonraki yazıda buluşmak üzere!


Kaynakça

Lyon, D., & Ayas, Ç. G. (2006). Gözetim Toplumu. İstanbul: Kalkedon.
Foucault, M., & Kılıçbay, M. A. (2013). Hapishanenin doğuşu: Gözetim altında tutmak ve cezalandırmak. İmge.
Bentham, J., Watkin, C. P., Werret, S., Çoban, B., & Özarslan, Z. (2008). Panoptikon: gözün iktidarı. Su Yayınevi.
Arık, E. (2018). Dijital mahremiyet: Yeni medya ve gözetim toplumu. Konya: Literatürk Academia.
Çelebi, V. (2013). Michel Foucault’da Bilgi, İktidar ve Özne İlişkisi. Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi5(1).

No Comments

Yorum Yap