Birey dış dünyaya ilişkin bilgilerin büyük bir bölümünü görme duyusu ile sağlar. Görsel algılar, bireyin davranışlarında diğer duyu organlarına oranla daha büyük bir etkiye sahiptir.
Peki, görsel algılamanın özellikleri ve reklam iletişiminde önemi nedir?
Olayların ve nesnelerin algılanması mekan ve zaman içinde gerçekleşir. Bu nedenle, algılama süreci zaman ve mekan olgusudur. Bireyin genel eğitimi, nesne ve kişileri algılamaya yöneliktir. Örneğin; bir odaya giren bir kişiye, orada neler gördüğünü soracak olursak, kişi genelde eşya türünden nesneleri ve varsa insanları gördüğünü söyleyecektir. Ancak, kişi ışık veya gölge, dikdörtgen bir yüzey ya da nesnelerin özelliklerini değil, o özelliklere sahip nesneleri algılar.
Görsel algılamanın bir önemli özelliği “Değişmezlik”tir. Örneğin; bir kapının karşısında durduğunuz zaman, bu kapının gözümüz üzerine düşen imgesi dikdörtgen şeklindedir. Kapı hafifçe açılacak olursa veya biz kapıya farklı açılardan bakacak olursak, kapıyı “yamuk” şeklinde görürüz. Buna rağmen, nereden bakarsak bakalım, kapıyı daima dikdörtgen şeklinde algılarız. Bunun nedeni, beynimizin nesnelerden gelen uyarıcıların şekillerini değiştirerek baştan yorumlanmasıdır. Değişmezlik özelliği 3’e ayrılır. Bunlardan biri Şekil değişmezliğidir; bir kapıya hangi açıdan bakarsak bakalım, dikdörtgen şeklinde algılamamız, şekil değişmezliğine örnek olarak gösterilebilir. Diğeri, Büyüklük değişmezliğidir; nesnelerin bize uzaklığı arttıkça, gözümüze düşen imgeleri de küçülür. Bu nedenle uzaktaki nesneleri daha küçük olarak görürüz. Ne var ki, daha önceden tanıdığımız, bize aşina olan nesneleri hep aynı büyüklükte algılarız. Örnek vermek gerekirse, tanıdığımız bir insanın yüzü, o bize yaklaştıkça irileşmez. Bize aşina olan nesnelerin büyüklükleri hep aynı olarak algılamamıza, büyüklük değişmezliği denir. Üçüncüsü ise, renk ve parlaklık değişmezliğidir: Burada da, bize aşina olan nesneleri, ışık ve gölge durumuna bağlı olmaksızın hep aynı renk ve parlaklıkta algılarız. Oysa, nesnelerin renk ve parlaklıklarına ilişkin uyarıcılar ışık ve gölge durumuna göre değişmektedir. Örneğin; gün ışığında görüp algıladığımız bir nesne, rengi ile birlikte belleğimize yerleşir. Akşam karanlığında aynı şeye baktığımızda, rengini görmesek de, biz onu gündüz gördüğümüz rengi ile aynı algılarız. Bir rengin farkına en çok, tanınmış nesne özelliği ile varılır.
Görsel Algılamanın diğer bir özelliği de, örgütlü olmasıdır. Bunun anlamı, duyu organlarımızı etkileyen uyarıcıları tek olarak değil, onları anlamlı bir ilişkiler bütünü içinde algılamamızdır. Örneğin, bir insanın yüzüne baktığımızda, ayrı ayrı göz, ağız, burun gibi organlar değil, bütün bir yüz algılarız. Oysa nesneden gelen uyarıcılar duyu organlarımızı bizim algıladığımız gibi anlamlı bir bütün şeklinde değil, tek olarak etkiler. Ne var ki, algılamamızın “örgütleme” özelliği sayesinde, biz bu uyarıcıları anlamlı bütünler halinde algılarız. Algılamamızın bu özelliği kendisini değişik biçimlerde gösterir. Bunlar, şekil zemin algısı, gruplama ve tamamlamadır.
Şekil-Zemin algısı, nesnelerin üzerinde, ya da içinde bulundukları ortamdan ayrı olarak algılanmalarını ifade eder. Burada, algılanan nesne, nesnenin üzerinde ya da içinde bulunduğu ortam ise zemin olarak adlandırılır. Şekil ve zemin birbirleri arasındaki zıtlık ile belirgin hale gelir. Örneğin, duvara asılı bir tabloya baktığımız zaman, tabloyu duvardan ayrı olarak algılarız.
Gruplama ise algılama sürecinin örgütleme özelliğinin bir başka örneğidir. Burada da bir çok uyarıcıyı aynı zamanda algıladığımızda, bu uyarıcıları anlamlı bütünler oluşturacak şekilde gruplarız. Bir başka ifade ile bazı uyarıcıları bir araya getirerek bu uyarıcıya bir bütünlük kazandırırız. Örneğin, aynı konuda ve bir arada çalışan kişiler, başkaları tarafından bir grup olarak algılanır. Buna zaman ve mekan içinde yakınlık denir. Ya da benzer kıyafetler veya üniformaya sahip kişiler, başkaları tarafından aynı işi yapıyormuş gibi algılanır. Buna da Benzerlik algısı denir. Derinlik algısı da seçicilik, değişmezlik ve örgütleme gibi bir algılama özelliğidir. Aslında, gözümüzün ağ tabakası yukarı-aşağı ve sağ-sol olmak üzere iki boyut görme özelliğine sahiptir. Ne var ki, biz nesnelerin derinlik boyutu olarak adlandırılan üçüncü boyutunu da algılarız. Derinlik boyutunu algılama konusundaki en önemli etken ışıktır. Işığın geliş açısına bağlı olarak ortaya çıkan gölgeler, nesnenin derinlik boyutunu algılamamızdaki önemli etkendir. Örneğin, demiryolu rayları uzaklaştıkça giderek birbirine yaklaşıyormuş gibi algılanır.
Görsel algılamada öğrenmenin rolünün olup olmadığı sorusuna tam olarak cevap vermek mümkün değildir. Görsel algılama özelliklerinin doğuştan kazanıldığını ileri süren Hering’e göre, bir nesnenin gözlerimizin ağ tabakasına düşen imgelerin farklı olması, öğrenme ile doğrudan ilgisi olmayan, gözün doğuştan gelen yapısından kaynaklanan bir özelliktir. Son yıllarda yapılan araştırmalara göre de, şekil-zemin algısı, renk algısı gibi algılar bireyin doğumunda kazandığı yeteneklerdir. Buna karşın, algısal değişmezlik, algısal örgütlenme gibi özellikler ise, öğrenme yolu ile kazanılmakta, en azından öğrenme ve tecrübe bu özelliklerin gelişmesine olumlu katkıda bulunmaktadır. Günlük yaşamda ise önce form sonra renk algılanır.
Peki Renk Nedir? İnsan gözü ne kadar rengi algılayabilir? Bu soruların hepsine önümüzdeki hafta blogumuzda birlikte cevap arayacağız. Prof. Ulufer Teker’e bana sağladığı bu bilgiler için de çok teşekkür ederim. Haftaya görüşmek üzere. Chaw!